“BİR GENCİN SORULARI” 1-Din Nedir?

 

Merhaba Caner Işık Hoca’m, nasılsınız? Bugün size birkaç tane temel sorumuzu soracağız. Herkes bir tanım yapıyor Hoca’m, “din” ne demek, neyi ima etmektedir?

Teşekkür ederim. Dinin üzerine her konuşan; kendine göre, içinde bulunduğu inanca, içinde bulunduğu mezhebe veya inançsızlığa göre dini tanımlamaya çalışmaktadır. Biz de kendimize göre genel bir tanım yapacak olursak din; ilahi olanla kurulan irtibat sonucu oluşan bilgi bütününe denir. Bu tanımın içine en eski pagan inançlarından günümüzdeki tek tanrılı inançlara kadar bütün tanrılar girer. İlahi olanlar yani sıradan, gündelik hayatın içinde herkesin karşılaşamadığı veya karşılaşsa bile fark edemediği ama bazı insanların onla temas ettiğine inanılması sonucu o irtibat sonucu ortaya çıkan bilgi bütününe biz, din diyoruz. Din, sadece böyle tanımlanmakla kalmaz; ilahi olanla kurulan irtibat sonucu kurallar çıkar, yapmalar ve yapmamalar çıkar yani İslami terminolojiye göre söyleyecek olursak günahlar ve sevaplar çıkar. Günah ve sevap kavramının temelindeki bilgi ise tabu ve mana dediğimiz anlayıştır yani mana bütün dinlerde bir şeylerin yapılıp yapılmaması hakkındaki bilgi bütününe denir. Dolayısıyla din, mana üzerinde temellidir. Bu, daha da derinleştirilebilir -özellikle-din sosyologları, din antropologları veya ilahiyatçılar, teologlar bu konuda çok daha farklı ve derinlemesine yorumlar getirebilir.

Teşekkürler Hoca’m. Peki, biz insanlar olarak neden bir şeye inanmak istiyoruz?

Bu sorunun birkaç yanıtı olabilir: Birincisi; klasik sosyolojiye veya antropoloji bilgisine dayanarak insanoğlu doğa ile mücadele ederken doğa karşısındaki çaresizlik anlarını anlamlandırmak için ilahi bir anlam oluşturur, der. Ancak hayata ruhsal bakanlar veya inananlar; inanmanın doğuştan insan için bir zorunluluk olduğuna çünkü düşünmenin bir sonucu, düşünmenin bir biçimi olduğunu kabul ederler yani yaratılıştan inanma aslında düşünmenin temel parçalarından biridir diye kabul edilir. Ben de kişisel olarak ikinci görüşe yakınım yani hem Sosyolog hem Antropolog olmama rağmen dinin sosyal temellerinin üstünden insanın yaradılışıyla ilgili bir temeli olduğunu da düşünürüm yani inanmayan bir insan da bence mutlaka inanır. En basitinden şunu söyleyebiliriz: Genelde inanmak dediğimiz zaman hep din ve Tanrı’yla ilgili meseleler gündeme gelir ama bir otobüse bindiğiniz zaman otobüs şoförünün sizi bir yere götüreceğine inanırsınız, fırına gittiğiniz zaman fırıncının size ekmek vereceğine inanırsınız. Yani sosyal hayat dediğimiz şey aslında birçok inanmalarla doludur. Rutinlerimizi ezberleriz ve bu ezberlediğimiz rutinler belli bir zaman sonra bizde bir inanca dönüşür. Bunun üzerine düşünün lütfen… Bunun dışında görmediğimiz şeylere de inanırız örneğin komplo teorileri vardır. Komplo teorilerin içinde anlatılan birçok bilgi, kimsenin bilip deneyimlemesine imkânı olmayan bilgilerdir ama insanlar inanır. Dünyayı yöneten gruplar, dünyada bazı işler çeviren insanlar, ülkenin daha derinlerinde yatan olaylar, bunlara dair insanların inançları vardır. Bu insanlar, kendini çok materyalist gibi adlandırabilirler ama birazcık düşünme biçimlerini fark ettikleri zaman aslında inancı ve bunları oluşturduklarını fark ederler. Yani şunu demek istiyorum inanmak, düşünmenin zorunlu bir sonucudur. Düşündüğünüz ve deneyimlediğiniz şeyleri belli bir zaman sonra bir şeylere inanarak bağlamak ihtiyacı duyarsınız. O şeyleri birbirine bağladığınız zaman sizin inanma şemanız ortaya çıkar. Bazısının bu inanma şeması klasik dinlere veya öğretilere uyar, bazısınınki uymaz ama en sonunda yine başka bir şeye inanmamak da inanmaktır.

Teşekkür ederiz Hoca’m çok iyi açıkladınız. Ben bir şeyi daha sormak istiyorum. Dünyada özellikle 20. yüzyılların başlarında hatta 19. yüzyılın civarında dünyadaki dinlerin sayısı inanılmaz bir çeşitliliğe uğradı, çok fazla din çıkmaya başladı. Bu durumdan siz de haberdarsınızdır mutlaka. İnsanlar neden bu kadar fazla çeşitli din çıkardı? Eskiden Şamanizm, paganizm bir de semavi dinler vardı, şimdi o kadar fazla farklı çeşitli şeye inananlar var ki bunların sebebi nedir Hoca’m?

Aslında bunlar yeni mi çıktı yoksa insanlık yeni mi haberdar oluyor demekte fayda var. Yeni dinler de var, “New Age” yani “yeniçağ dinleri” dediğimiz dinler de var ama bu dönem öyle bir dönem ki her farklı kültürel grubun, her farklı inanan sektin inancı bu kültürel farklılık ve kültürel çoğulculuktan dolayı herkesin gözünün önündedir. Medya var, yayınları olanları var, şu an sanal ortam, İnternet var. Birçok farklı düşünce, anlayış, görüş ve inanıştan insanlar haberdar. Bundan 100 yıl önce insanlar sadece kendi köylerinde ve kasabalarındaki bilgiyi biliyorlardı ve inancı da ona göre alıyorlardı. Yüzyıllar geçtikçe değişen bazı inançlar vardı bazıları yoktu. Bazı inançlar hatta ölmüştü ve ölüydü bazıları yeniden dirildi. Günümüz modern çağ, modernizm insanlığa aklı salık verdi, aklı tavsiye etti. Akılla bir dünya kuruldu ama bu kurulan akıl-özellikle Batı kültürünün yaratmış olduğu bu akıl kontrolündeki sömürmeyi, emperyalizmi güçlünün güçsüze zulmünü de meşrulaştırdı. Bunun sonucunda sömürme ve paylaşım savaşları çıktı. Birinci Dünya Savaşı, İkinci Dünya Savaşı çıktı. Aslında bunlar çok rasyonel temelli savaşlar ve daha önce de dinî inanışları eleştirerek ortaya çıkan aydınlanma birikimi; modernizmin vahşi bir şekilde kullanılması ve uygulanması insanların akla olan güvenini sarstı. Oysa herkesin kendi ait olduğu bir inanış vardı, bu inanışın içinde hatta mezhepler, gruplar vardı. Ancak akla olan güven sarsılınca inanca doğru bir düşünme etkinliği yoğunlaşmaya başladı. Özellikle bu postmodern dönem diye anlattığımız dönem, inancın yükselişi, inanma, dinsel hareketlerin yükselmesi gibi bir dönem ama bu dönemde eski inançlarla birlikte eski inançların insanı şu an tanımlayamadığını iddia eden dinî inanışlar da ortaya çıkamaya başladı.

Hoca’m eski inançlardan kastettiğiniz şey semavi dinler mi?

Semavi dinler, pagan inanışlar, Budizm… Biliyorsunuz Budizm’i de semavi din kabul etmiyorlar ama Upanişadlar diye bir sürü farklı farklı kutsal metinleri var. Şintoizm, Taoizm bunların hepsi eski dinler, dinlerin eski yorumlarıdır. Son din olarak İslam’ı kabul ediyoruz ama o da eski bir uygulamaya sahiptir. 600’lü yıllardan günümüze kadar gelen bir bilgi birikimi var. 1.400 yıllık bir bilgi birikimi ve bunun üzerinden kültürlerle birleşip yeni uygulamaları var fakat sanırım sizin demiş olduğunuz bu çağda yeni dinler ortaya çıkıyor derken bu çağda insanlık yeni yorumlar ortaya çıkarıyor yani semavi dinlerin insanlara karşılık vermediğini düşünüp yeni paganizmler ortaya çıkıyor. Semavi dinlerin işe yaramadığını düşünüp örneğin Scientology diye bilim temelli bir tarikat ve inanış ortaya çıkıyor. Semavi dinlerin işe yaramadığını düşünülüp Şintoizm ve Maniheizm arasında Japonya’da bir din ortaya çıkıyor. Böyle bir sürü yeni yorumlar ortaya çıktı. Biz bunların birçoğuna “New Age” hareketleri-yeniçağ hareketleri- içindeki yeniçağ dinleri diye tanımlayabiliriz. Bunun dışında bilim de gelişiyor. Bilim adamı bazı deneyler ve farkındalıklarla ruhsal âlem veya ruhsal dünya hakkında bazı net kanılara ulaşıyor lakin o bilim adamının dünyaya bakışını klasik bir dinî yorum karşılayamıyor. Bu sefer o kişi kendi baktığı ve gördüğü dünyayı ruhsallık temelinde farklı bir biçimde tekrar yeniden yorumlamaya başlıyor. Böyle bireysel birçok yorumların ortaya çıkmasıyla birlikte her yorumu yapanın arkasına bir grubun takılmasıyla da yeni yeni gruplar yeni yeni sektler oluşmaya başlıyor. Biz bunlara da yeniçağ dinleri diyoruz. Aslında bütün dinler başından itibaren yani kadimden beri günümüze kadar hep benzeri şeyleri söyler yani insanın yaradılışı hakkında da insanın toplumsal ve sosyal hayatı yaşama prensipleri hakkında da benzer bilgiler söylenir. Herkes kendi inancı içinde derinleşebilse aynı ve benzer bilgileri bulma imkânına sahip olabilir ama insanlar kendi dinlerini yaygınlaştırmak, başkalarına hâkim kılmak amacıyla yani kendileri onda derinleşmek yerine başkalarını o dinin bir üyesi yapmak gibi bir gayrete düştükleri için kendi inançlarını hem anlayamıyorlar hem yaşayamıyorlar hem de bunda derinleşemiyorlar. Derinleşemeyince de işte bu tarz yeniçağ hareketleri ortaya çıkabilecek zemin hazırlanmış oluyor. Deizmin ortaya çıkması, ateist hareketlerin ortaya çıkması da hep bunlarla doğrudan bağlantılıdır.

Peki Hoca’m bir nevi şöyle bir yorum yapabilir miyiz? New Age-yeniçağ- hareketlerini bir nevi insanları kendi çatıları altında toplamak ve manipüle etmek için kullanmaktadır diyebilir miyiz?

Bu çok suçlayıcı bir tabir olur. İnanıyor ve o inandıkları şeyin üzerinden insanları da derleyip toparlamaya çalışıyorlar. Tabii bu manipüle edici gruplar tarafından kullanılabilir mi? Kullanılabilir. Ülkelerin siyasetleri içinde etkin bir rol olarak kullanılabilir mi? Kullanılabilir. Bunlara inanan insanlar bunları bilmez ama bu yapılar belli bir güce ulaştıktan sonra eğer inancının temeli sağlam değilse yani gerçekten Yüce Yaradan’a hizmet ve yaradılış sebebini anlamak değilse o güç ilişkileri içinde çok rahat bozulabilir, kitlenebilir ve kullanılabilir manipülatif şeyler hâline gelebilir ama manipülatif olanların sayısı azdır. Genelde insanlar bu yeniçağ hareketlerinde karşılaştıkları şeylere bir cevap bulabilmek için girerler. Eskiler cevap veremiyor ancak bunlardan bir cevap alabilirim umuduyla bu hareketlerin içine girerler. Bunları da bulurlar veya bulmazlar.

Peki Hoca’m çok teşekkür ederiz. Şunu da eklemek istiyorum. Peki, yeniçağ dinleri ya da yeni çıkan dinler size bir endişe veriyor mu? Semavi dinleri baskılamaları açısından da mı?

Yok. Yaradan, insana her yerden bir şekilde konuşur. Bu, inanan bir insanın endişe edeceği bir durum değildir. Niye endişe edeceği bir durum değildir? Çünkü inanan derinleştikçe tüm varlıkların birliğini fark eder. Vahdet dediğimiz şuura ulaşır yani ayrılmak mesele değildir. Dağılan toplanır yeter ki derinleşme söz konusu olsun, yeter ki insanoğlu gerçeği arasın. Gerçeği arayan kişi; kaybolandan, ayrılandan, gidenden, farklı düşünenden hiçbir zaman korkmaz. Onu bir zenginlik, onu insanlığın bir değeri olarak düşünür. Onun için herkes hayatının gerçeklik temelinde vicdan ve akıl düsturuyla dosdoğru bir şekilde yaşarsa insanlığın bence birleşmemesi için hiçbir sebep yoktur. Kişisel menfaatler ve kişisel hırslar girdiği için insanlar paramparçadır, dinler paramparçadır. İnsanlar birbirlerinin egolarının çekmek istemezler. İnsanların kişisel kaprisleri, kişisel oyunları, dinin içine sokulmuş ve Yaratan’ın emri olmayan ama kültürel olarak yorumlanıp daha sonra ortaya konmuş bilgileri din diye insanlara anlatılması dinin insanlara barış, huzur, güzellik getirmeyen bir sosyal yapıya dönüştürülmesi insanları dinden soğutmaktadır. Yani daha da somut örnek vereyim: Kendisini dindar olarak söyleyen birinin yalan söylediği görüldüğü zaman insanlarda dine olan güven gidiyor veya dindar olan birinin bir insanı apaçık sömürdüğü, kullandığı görüldüğü zaman insanlar dine karşı olumsuz düşünüyorlar. Dini kendi çıkarları için kullananlar dinsizleşmenin veya deistleşmenin en önemli sebebidir bir. İkincisi ise deist veya ateist olan insanların bir sorumluluk altına girmek istememesi, biraz tembellik yapması, öz disiplinden mahrum olup özgürlük adına eleştirmesi, dinî yapılara bakıp derinleşmekten kaçmalarıdır. Yaradan başından itibaren bunun inanma meselesi olduğunu bütün kutsal metinlerinde anlatır. Belaları anlatır, sıkıntıları anlatır. Bu dünya hayatında ilahi meseleleri ve kavramları kavramanın ve uygulamanın zor olduğundan bahseder ama insanların çoğu bunu yaşamak ve bunu hayatına geçirmek istemez çünkü bu sorumluluk gerektiriyor. Gençlikte bu tarz atılımlar, bu tarz arayışlar çekici gelir ama biraz ömür sermayesi tükendiği zaman bu insanlar da farklı arayışlar içerisine girip başka gerçeklikleri idrak etmeye yelken açabilirler. Ateistlik ise çok başka bir şeydir. Ateistlerin birçoğu din nefreti üzerinden inanmamaya inanıyor.

İnanmamaya inanmak; bu, bir paradoks değil mi?

Paradoks ama örneğin sana Tanrı’nın yokluğunu kanıtlamaya çalışıyor. Ateistler arasında en böyle gülünç duruma düşenler bunlardır. Dinin yokluğunu kanıtlamaya çalışıyor, Allah’ın yokluğunu kanıtlamaya çalışıyor. Başlı başına zaten kendi içinde anlamsız bir şey. Bu konuda entelektüel olarak yani samimi olanlar, ben agnostikleri biliyorum yani bilinemezciler. Bunlar; varsa da ben bilemiyorum, bilmiyorum, bilemediğim için de konu etmiyorum diyenlerdir. Ancak hayatın içindeki derinliği, inceliği, yüceliği, sevgiyi, muhabbeti, vermeyi ve paylaşmayı deneyimleyenler tanrısal olana daha açık oluyor. İnanmayanların birçoğu da çok sevgisiz insanlar oluyor maalesef yani çok yoğun bir biçimde sevilen insanlar tanrısallığın olmasını çok daha rahat hissedebiliyor ama etrafı menfaat ilişkileriyle çoğu zaman örülmüş insanlar inanmakta çok ciddi zorluk çekiyor. Tabii bu herkesin kendi yüküdür. Ben kişisel olarak inanmayan insanların çok ciddi keskin bir dikkatleri olduğunu, Tanrısız bu dünyayı yaşayabilmenin çok zor bir şey olduğunu düşünüyorum yani bunu becerebiliyorlarsa da ne diyeyim?.. Çok zor bir şeyi beceriyorlar. Çok zor bir şeyi beceriyorlar ama ruhlarını açacak, kalplerini açacak, ne kadar büyük bir nimete sırtlarını döndüklerini bence fark etmiyorlar.

Hoca’m zor bir şey başarıyorlar dediniz. Eğer gerçekten öyle düşünüyorlarsa neden zor peki?

Tanrısız yaşanmaz. Sevgisiz yaşanır mı?

Hayır yaşanmaz.

Vicdansız yaşanır mı? Merhametsiz yaşanır mı? Paylaşmasız yaşanır mı? Değerlerin bir bütün olduğuna inanmadan yaşanır mı? Bu değerlerin kendinden kaynaklandığını düşünüyorsa o bencilliktir. Ayrıca paylaşma bir noktadan sonra tükenir ama onun senin dışında bir kaynağının olduğuna inandığın zaman senden önce de var olan bir kaynağın senden sonra da var olacak olduğunu bildiğin zaman hayatın içindeki sevgiye, muhabbete, güzelliğe inancında da sarsma olmaz. Öbür türlü hasta olduğun zaman sevmekten vazgeçebilirsin, düşkün olduğun zaman sevmekten vazgeçebilirsin veya çok zengin olduğun zaman sevmekten vazgeçebilirsin. Oradaki sevme kıstası senin egona bağlıdır ama inanan bir insan için sevmenin, aşkınlığın kaynağı Yüce Yaradan’dır. O, senden önce vardır ve senden sonra da var olacaktır. Sen ancak onunla birlikte var olduğunu anla. Bu çok daha kolay bir hayat algılayışı insana sunar ve mücadelede seni güçlendirir, yorulmamak için yola çıkarsın, bir mücadele biter başkası başlar ama umurunda olmaz. O iyiye değer katabilmek için tekrar kalkar, tekrar mücadele edersin.

Caner Hoca’m sizi yorduk başka eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Sevgi ve muhabbet sunuyorum. Katkılarınız için teşekkür ederiz.

Biz teşekkür ederiz…

 

 

Ali Özden IŞIK