“BİR GENCİN SORULARI” 2-Dinler Nasıl Ortaya Çıktı?

Merhaba Caner Işık Hoca’m. Nasılsınız? Hoca’m inançlar nasıl ortaya çıktı? İlk inançlar ne idi?

Teşekkür ederim. İlk inançların nasıl ortaya çıktığı veya neler olduğu hakkında aslında elimizde somut materyallerimiz çok fazla yok ama özellikle antropologlar ve sosyologların belirlemeleri var. Olasılık olarak nasıl çıktığına dair bazı kestirimleri var. Yine geçmişten kalan bazı tapınakların, yapıların inşalarından, çözülmüş olan metinlerden, ilahi dualardan örnek alınarak yapılmış, anlatılmış bilgiler var. En önemlisi hiçbir şekilde insanların temasının olmadığı küçük gruplar hâlinde yaşayan kabilelerin inançları var ki bunlar da özellikle 1800’lü, 1900’lü yılların başında 20. yy. ortalarına kadarki olan dönemde keşfedilmiş, yeni keşfedilmiş bölgelerdeki yaşayan Avustralya, Güney Amerika, Kuzey Amerika, Amazon, Afrika yerlileri gibi gruplar üzerine yapılmış çalışmalardan biz ilk inançların izlerini sürebiliyoruz. Bu konuda ilkel dinlerin dinsel kökenleri hakkında Fransız bir sosyolog olan Emile Durkheim’ın çok önemli çalışmaları vardır. Bu konuları merak eden arkadaşlarım Durkheim’ın kitaplarını araştırabilirler ama genel kabul olarak ilkel inançların olduğu yapılar hakkında üç devreden bahsedilir. Bu dönemleri animizm, totemizm, natürizm diye adlandırılan üç temel dönemle adlandırabiliriz veya totemizm, animizm, natürizm diye adlandırılan üç dönemde anlatırız.

Böyle bir girişten sonra olayı daha somut anlamanızı sağlayabilecek bazı örnekler vermekte fayda var. İnsanoğlu şu anki beyin kapasitesi ve yaşama biçimiyle 100 bin yıl önceki yaşama biçimi farklı fakat beyin kapasitesi anlamında çok büyük bir fark yok. Evrim dediğimiz süreç milyonlarca yıllık gelen bir süreçtir. 100 bin yıl önceki atalarımız da bizim beyin kapasitemiz ve anlayış seviyemizde idi. Dolayısıyla biz buradan bakarak teknolojiyi ve hayatın imkânlarını biraz kıtlaştırdığımız zaman nasıl düşünüldüğü hakkında bazı verilere ulaşabiliriz. Bu konuda sosyologlar ve antropologların böyle çalışmaları olduğunu söyledik. Natürizm, animizm, totemizm dediğimiz tanımlamalar da böyle çıkarımlarla oluşan tanımlamalardır. Şimdi bakıyorsunuz doğaya, Güneş doğuyor, akşam batıyor ve karanlık oluyor. Güneşin doğmasıyla birlikte canlanma, ısınma oluyor. Ay’ın var olmasıyla Ay’ın farklı farklı evreler içinde olmasıyla birlikte doğada, tabiatta bir şeylerin görünür olup olmaması arasında ilişkiler var. Yine mevsimler, döngüler var. Kış oluyor, ilkbahar, yaz, sonbahar oluyor ve bu döngülerin hepsinde de bitkilerin büyümesi, yetişmesi, hasat, kapalı yaşama, açık yaşama gibi hayatta ritmik bir denge var. Yani bunun geçmiş yaşamdaki, geçmiş dönemlerdeki, ilkel dönemlerdeki insanlar da bu dönemleri yaşıyorlar. Bir kişi yaşıyor, belli bir dönem yaşadıktan sonra yetişiyor ve ölüyor, gözünün önünde oluyor bunların hepsi. Kendisinin veya birinin çocuğu oluyor, kendisinden önceki kuşağı görüyor, kendisinden sonraki kuşağı görüyor. Dolayısıyla bunların hepsi düşünebilen bir varlık olan insan için anlamlandırılması gereken şeyler olarak karşımıza çıkıyor ve insanoğlu bunu anlamlandırıyor. Şöyle birkaç basit örnek verelim: Kişinin babası ölüyor ve artık hareket edemiyor ama babasını rüyasında görüyor. Babasını rüyasında ayakta görüyor, babasıyla konuşabiliyor -bunu çok basitleştirerek anlatıyorum- diyor ki babam, şu an burada hareket edemiyor ama ben babam gibi, yattığım zaman bir yer var ve orada o ayakta, ben de ayaktayım ama bedenlerimiz yatıyor. Dolayısıyla bu dünya ve uyuduğumuz zamanki dünya diye hemen zihinde bir ayrışma oluyor. Hatta bunu biraz daha ileri götürelim: Babam öldü, babamın eski hâliyle şimdiki hâli arasında ne gibi bir fark var diye soruyor. Bakıyor ki babası nefes almıyor. Aradaki en büyük fark bu. Peki, bu nefes nasıl bir şey, nefes ne, ne alıyoruz, ne veriyoruz? Bakıyor ki bu boşluktaki bir şeyi alıyoruz, boşluktaki bir şeyi çıkarıyoruz. Aldığımızı da çıkarttığımızı da göremiyoruz. Diyor ki -böyle basit bir mantık yürütelim- yaşarken içimize alıyoruz ve veriyoruz ama öldüğümüz zaman içimize alıp veremiyoruz, uykudayken içimize alıp veriyoruz ama yatay bir pozisyondayız, hareket edemiyoruz. Hatta elini yüzüne doğru sallıyor, bak burada boşluk var ama boşlukta suratıma çarpan bir şey var ama o gözükmüyor, diyor. Şimdi bu ruh fikrinin, öte âlem fikrinin, kutsal olan fikrinin kutsal çıkmasındaki daha doğrusu bunların hepsini ilke ve inançlar içerisine alırsak “mana” fikrinin ortaya çıkmasındaki en basit akıl yürütmesidir ve bu akıl yürütmeyle birlikte kişinin yaşarken etrafındaki şeyin içine dolduğunu, onun içinden tekrar dışarı çıktığına inanan bir anlayıştır. Can kavramının buralardan çıktığı düşünülebilir. Yani bu ölüm, ölüyle yaşayanın farkı, nefes alıp vermedir. Nefesin bu âleme karışması, yaşanan bu âlemin dışında görmediğimiz başka bir âlemin olduğu düşüncesi ve bununla kişide aslında görmediğimiz can denen başka bir varlığın olduğu can, canlı dediğimiz şey de cansız yani o can var veya can yok manasında, canlı ve cansız kavramlarının oluştuğunu buralarda söyleyebiliriz. İşte bunlar ilk dinlerin aslında kökenleridir.

Antropolojik araştırmalarda şunlar gözüküyor, böyle bir akıl yürütme süreçleri var. İbadet dediğimiz, o kutsal olanla ilişki dediğimiz veya kutsal olana dair olan hayatın düzenlenmesi dediğimiz şeyler birbirinden farklılaşabiliyor. Yani bu ilahi olana dair olan dünyanın bilgisine “mana” bilgisi diyebiliyoruz. Bu mana bilgisi bazılarında ruh seviyesinde yükselmiş, karmaşıklaşmış bir bilgi de olabiliyor. Bazılarında totem seviyesinde, yani bir nesnenin kutsallaştırılması şeklinde de olmuş olabiliyor. Bu totem bir nesne olabileceği gibi, bir hayvan, bir ağaç, bir dağ, bir tabiattaki herhangi bir unsur da olabilir. Kadim demeyelim, eski inançlara baktığımız zaman bu tarz farklılıklar inanç unsurlarının uygulanmalarını görebiliyoruz ama hepsinde de ortak olarak bir kutsal olan ve kutsal olmayan var. Kutsal olanla kutsal olmayanla ilişki kurmak babında da söylenebilecek ilişkiler bütününden söz edebiliriz. İşte, bunları araştırırken natürizm yani doğacılık olarak tabir edilen bir inanma biçimi söz konusudur. Doğadaki her unsurun bir özel ruhu olduğuna veya yapısı olduğuna inanıp bunları etkilemeye ve bunlardaki ruhsal alanın kendi lehine çevrilmesi yönünde çalışma bütünlüğüne natürizm inancı diyebiliriz.

Animizm diye yine tanımlanan genel bir kategori var. Animizm de cancılık, anima. Cancılık diye tanımlanabilir. Her nesne de her varlıkta bir can olduğu fikri var ve bu fikir özellikle Şamanizm’de ve Gök Tengri inancında daha sonraları ve birçok ilkel kabilelerde görmüş olduğumuz bir inançtır. Diğeri ise totemizm diye sınıflandırdığımızdır. Bir nesne veya varlığa kutsal manası yüklenip onun kutsallığı etrafında oluşmuş bir inanç bütünüdür diye tarif edebiliriz. Bu bir kabilenin ve kabile içindeki bir büyücünün veya rahibin kontrolünde iken daha ilk inançlar bağlamında değerlendiriyoruz ama bu dinî sisteme dönüştüğü zaman, bir örgütlü yapıya dönüştüğü zaman ve bunun özel bir ruhban sınıfı oluşmaya başladığı zaman, o zaman bu artık ilk dinler dediğimiz kategoriye girmiş oluyor.

Hoca’m, teşekkür ederiz. Burada bırakalım çünkü ileriki konular daha uzun ve kapsamlı işlenmesi gerekmektedir.

Peki, biz de teşekkür ederiz.

 

Ali Özden IŞIK