Tanzimat Romanlarında Kadın

3 Kasım 1839 yılında Gülhane Parkı’nda okunan Tanzimat Fermanı, edebiyatımız için önemli bir dönemin başlangıcı olmuştur. Okunan bu ferman ile devlet yönetiminde yaşanan bazı değişiklikler edebiyatımıza da yansımıştır. Edebiyat tarihçileri söz konusu dönemi Tanzimat Dönemi (1860-1895) olarak isimlendirmişlerdir. Kendi içinde ikiye ayırdığımız bu devir edebiyatımızın ilklerinin verildiği, içerikte mühim değişimlerin yaşandığı bir dönem olmuştur. Bilhassa Tanzimat’ın birinci döneminde Namık Kemal gibi sanatçılar vatan, hak, özgürlük gibi konuları edebiyata taşıyarak toplumda önemli yankılar uyandırmıştır. Namık Kemal’e ait Vatan Yahut Silistre (ilk sahnelenen tiyatro oyunumuz) 15 Mayıs 1854’te Silistre Kalesi’nin Rus ordusu tarafından kuşatılmasını konu alır. Söz konusu eser sahnelendikten sonra yüzlerce insan bu kuşatmayı protesto etmek için sokağa dökülmüştür. Görüldüğü gibi Tanzimat’ın birinci dönemi toplumsal konuları ele alarak halkı bilinçlendirmeyi hedef edinmiştir. İkinci dönemine baktığımızda ise padişahın artan baskısı nedeniyle aşk, ölüm, sevgiliye duyulan hasret gibi daha bireysel konulara dönüldüğü görülmüştür. İki dönem arasında verilen bu farklara rağmen Tanzimat edebiyatının her iki döneminde de ortak olan bir şey vardır o da her iki dönemin romanlarında kölelik, cariyelik ve yanlış evlilikler nedeniyle kadınların yaşadığı sıkıntıların konu edinilmesidir.

Samipaşazade Sezai’nin “Sergüzeşt”i, Ahmet Mithat Efendi’nin “Felatun Bey ve Rakım Efendi”si, Şemsettin Sami’nin “Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat”ı kadınların ikinci sınıf insan olarak görülmesi nedeniyle yaşadıkları sıkıntıları en iyi anlatan romanlardır. Bilhassa Sergüzeşt isimli kitap Dilber adındaki genç kızın Kafkasya’dan esircilerin eline düşmesiyle başlayan acı dolu serüvenini anlatır. Dilber önce az bir paraya bir eve cariye olarak satılır. Burada türlü eziyetler gördükten sonra paşa konağına satılan Dilber, evin beyzadesi ile yakınlık kurduğu için bu sefer de Mısırlı birine satılarak onun haremi olur. Oradan kaçmak isteyen Dilber için işler umduğu gibi gitmez ve kendini Nil’e atarak yaşamına son verir.

Cumhuriyet’e kadar esir ticareti var olmasına rağmen konu olarak edebiyatımızda Tanzimat ile beraber işlenmeye başlamıştır. Aslında bu romanlar teknik olarak çok başarılı romanlar olmamasına rağmen içerik olarak edebiyatımızdaki ilkleri oluşturur. Bu da dönemin kadınına bakış açısını günümüze taşıdığı için son derece önemlidir. Osmanlı’nın yüzünü Batı’ya dönmesine rağmen kadınların özgür olmayışı, Fransız kadın tipolojisinin İstanbul’da yaygınlaşmaya başlaması romanların kadın tipini ortaya koymaktadır.

Başka bir Tanzimat Dönemi romanı Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’a bakacak olursak Fitnat isimli genç kızın üvey babası tarafından evlendirilişi anlatılmaktadır. Bu evlilikte Fitnat’ın fikrinin geri planda bırakılması ve evlendirildiği adamın bir kızının dahi varlığından haberi olmayan öz babası olması dikkat çekicidir. Daha sonra Fitnat’ın intihar etmesi onu seven Talat’ın Fitnat’ın peşinden gitmesi, babasının öz kızıyla evlendiğini öğrenmesi üzerine akli melekelerini yitirmesi trajik bir biçimde incelenmiştir. Yazar, bu kadar abartı bir senaryo kurgulayarak tanımadan evlenmenin doğuracak olduğu olumsuzlukları en üst seviyede kaleme almıştır diyebiliriz. Bu romanda yazar, kadın kılığında Fitnat’ın yanına giden Talat’ın ağzından şu sözleri aktararak kadınların bilinmeyen sıkıntılarını dile getirmiştir:

“-Ah biçare kadınlar, neler çekerlermiş! Biz erkekler onları kukla mesabesinde kullanıyoruz. Yolda serbest ve rahat yürümelerine mani oluruz. Bu ne rezalet! Ne küstahlık! Bir erkek, tanımadığı bir başka erkeğe rast gelse, yüzüne bakmaz, söz söylemez. Lâkin tanımadığı ve hiç başka defa görmediği bir kadına rast geldiği gibi, gülerek yüzüne bakmaya ve söz söylemeye başlar ve kovsalar bile yanından ayrılmaz. Demek oluyor ki, biz kadınları insan sırasına koymayız. Kendimizi eğlendirmek için onların ruhunu sıkarız. Serbest gezip seyretmelerine ve eğlenmelerine mani oluruz ve bir taraftan da kendimizi onlara güldürürüz.” (Taaşşukı Talat ve Fitnat, 57).

Şemsettin Sami bu romanında, Talat’ın ağzından kadınların modernleşme sürecindeki arafta kalışını kısa ve öz bir şekilde okuyucuya ulaştırmıştır. O dönem kadınlarının hem eski gelenek ve görenekler nedeniyle sorunlar yaşaması hem de çağdaş bir ortama evrilme aşamasında olan devletlerine uyum sağlama sancıları, doğru Batılılaşma çabaları romanlarda abartılı tesadüflerle işlenmiştir.

Sonuç olarak, Tanzimat yazarları kaleme aldıkları romanlarındaki kadınlar aracılığıyla yaşadıkları döneme yönelik mesajlar verme kaygısındadırlar. Yazarlar genel olarak kadının günlük hayattaki yerinin neresi ve nasıl olması gerektiğini anlatmak isterler. Bunun için de sık sık Osmanlı ile Avrupa kadınını hak, hürriyet, eğitim, namus gibi yönlerden karşılaştırırlar. Yazarlar, Osmanlının yüzünü Batı’ya döndüğü bu süreçte kadının özgürleşmesini ve Osmanlı aile yapısındaki konumunun yükseltilmesini hedeflerler.

Ezgi Aydın Onar